Geleneksel tarımın en önemli kaynaklarından biri olan yerel tohumlar ve bu tohumların takas mekanizması dünyanın her yerinde yüzyıllardır çiftçiler arasında, sosyal, çevresel ve önemli ekonomik çıktılar oluşturan değeri yadsınmaz bir çabadır. Yerel tohumun korunması, ürüne dönüşümü ve hep daha iyi şartlarda (sağlıklı ve verimli tohumların seçilerek) gelecek nesillere aktarılması biyoçeşitlilik ve topraklarımız kadar bizlerin sağlığı ve yerel kültürlerin korunması açısından da büyük önem taşıyor. Tohum takasında çiftçilerimiz, yerel yönetimler ve bilim insanlarının aynı amaç için buluşabilmesi doğru ve etkin uygulamaları da beraberinde getirecektir. Toprak Ana Platformu tohumun ve geleceğin sağlıklı hasatları için emek veren herkesle el ele olacaktır.

14 Ağustos 2011 Pazar

Can Yücel 'Tohum Bankası' Projesiyle Anıldı

(Doğan Haber Ajansı [2927770] Haber Yayın Tarihi : 13.08.2011 11:25)


Muğla'nın Datça İlçesi'nde Türk Edebiyatı'nın usta şairi Can Yücel, 12'inci ölüm yıldönümünde, vasiyeti olan 'Tohum Bankası' projesiyle anıldı.

Muğla'nın Datça İlçesi'nde Türk Edebiyatı'nın usta şairi Can Yücel, 12'inci ölüm yıldönümünde, vasiyeti olan 'Tohum Bankası' projesiyle anıldı. İlk etkinlik, hayatının son yıllarını geçirdiği Eski Datça Mahallesi'ndeki evinde yapıldı. Ailesinin 'Can Evi' adını verdiği, 'Can Yücel Müze Evi' ziyaretçi akınına uğrarken, Tohum Bankası'yla ilgili panel düzenlendi.

Datça İlçesi'nde usta şair Can Yücel ölümünün 12'inci yıldönümünde çeşitli etkinliklerle anıldı. Datça Belediyesi ve Edebiyatçılar Derneği'nin işbirliğinde düzenlenen 3'üncü Datça Edebiyat Günleri kapsamında, Can Yücel Kahvesi'nde gerçekleştirilen 'Bir Şair, Bir Can, Bir vasiyet; Tohumculuk' adlı panel, yüzlerce kişi tarafından büyük bir ilgiyle izlendi. CHP Muğla Milletvekili Tolga Çandar ve Datça Belediye Başkanı CHP'li Şener Tokcan da paneli izleyenler arasında yer aldı.

Doğal ve Kültürel Çevre için Yaşam Girişimi sözcüsü Tuncay Karaçorlu tarafından yönetilen 'Bir Şair, Bir Can, Bir Vasiyet; Tohumculuk' panelinde, Can Yücel'in kızı Güzel Yücel, Seferihisar Belediye Başkanı CHP'li Tunç Soyer ve Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Tayfun Özkaya birer konuşma yaptı.

YASA BÜYÜK TOHUM ŞİRKETLERİNİ KORUYOR

Prof. Dr. Tayfun Özkaya, Can Yücel'in, 'Tohum Bankası' fikrini yaklaşık 20 yıl önce ortaya attığına dikkat çekerek başladığı konuşmasında, "20 yıl önce ziraatçılar da, ben de yerel tohumculuğun bir gün önemli olacağını düşünmüyorduk. Bunu 20 yıl önce bir edebiyatçının görmüş olması, çok gurur vericidir" dedi. ABD'nin Irak Haberleri'>Irak'ı işgalinden sonra kanunlarını değiştirdiğini dile getiren Prof. Dr. Özkaya, "İşgal altındaki bir ülke için bu normal. Fakat ne yazık ki 2006 yılında TBMM, işgal altında olmayan bir ülkede tohumculuk kanunu yaptı. Mecliste direniş oldu ama AB yasaları içine konularak hızlı bir şekilde geçirildi. Tohumculuk Yasası, büyük tohum şirketlerinin çıkarlarını koruyor. Bu yasayla hiçbir şekilde üreticiler tohumlarını veya bunlardan ürettikleri fidelerini satamazlar. Biz bunu söylediğimiz zaman kimse inanmıyor. Çünkü bu kanunu henüz tam olarak uygulamıyorlar. Bazı örnekler var. Üretici yerel tohumdan fide üretiyor, bir görevli geliyor bunu makasla keserek öldürüyor. Fakat Yaygın bir şekilde bunu uygulamıyorlar. Eğer bu Yaygın olarak uygulanırsa, toplum birden bilinçlenecek, o nedenle yavaş yavaş yapıyorlar. Bu bir zulümdür. Köylüye yerel tohumu ve ondan yapılan fideyi sattırmıyorlar. Buna tepki göstermek gerekmez mi?" diye sordu.

TÜRKİYE'DE EKONOMİK İŞGAL VAR

Uluslararası tohum şirketleri ile ilaç firmalarının bir çoğunun aynı kişilere ait olduğunu ileri süren Prof. Dr. Özkaya, "Türkiye'de ekonomik işgal var. Yasaları çıkarıyorlar ve şirketlere hegemonya veriyorlar. Sana yasak getiriyorlar. Bu aslında liberalizme bile ters. Uluslararası tohum şirketleriyle ilaç şirketlerinin çoğu aynı. Onların tohumlarının, ilaçsız ve kimyasal gübresiz yetiştirilmesi mümkün değil. Yoğun bir şekilde ilaç kullanmanız gerekiyor. Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, yerel tohumlar binlerce yıldır o bölgeye uyum gösterdikleri için ilaçsız ve kimyasal gübresiz yetiştirilebiliyor. Ekonomik işgale karşı ilk kurşun Torbalı'da, ikinci kurşun Seferihisar'da, üçüncü kurşun Bayramiç'te atıldı. Bunlar yetmez. Tohum Bankaları veya tohum ağları kurulması gerekiyor. ve bunlar birbirleriyle dayanışma içinde olmalıdırlar. Küresel ısınma nedeniyle bir süre sonra, şirket tohumları havlu atacaktır. Bunu göreceksiniz" dedi.

VASİYETİ GERÇEK OLUYOR

Güzel Yücel konuşmasında babası Can Yücel ile ilgili anılarını anlatırken, "tohum bankası' fikrinin nasıl ortaya çıktığından söz etti. Babasının hiçbir zaman çalışma odası olmadığını belirten Yücel, "Evde mutfakta yazardı. veya gelir kahvede ya da meyhanede yazardı. Kahvede köylüyle oturup sohbet ederdi. Tarımdan, politikadan, sanattan konuşurdu. Sonra topladıklarıyla şiirlerini yazardı. İthal tohum furyasında çiftçilerin yakınmasını dinlerdi. O ara bankalar hortumlanıyordu. Bankalar kapanıyordu. İşte o günlerde babam, "paranın bankası var da, tohum bankası niye yok? Bir tohum işine el atsak, bir tohum bankası kursak' diye bizimle dertleşti. Geç de olsa bu vasiyetinin gerçekleşmesi için ilk adımın atılması bizi mutlu ediyor" dedi.

TOHUM BANKASI SEFERİHİSAR'DA ŞUBE AÇACAK

Seferihisar Belediye Başkanı CHP'li Tunç Soyer ise konuşmasında, Türkiye'de yerel tohumların satışının yasaklandığını hatırlatarak, "Yerel tohum satışı yasaklanmış ama tohum takası yasaklanmamış. Biz de bir tohum takası yapmaya karar verdik. Ev ev dolaştık 100 yaşındaki nineler çeyiz sandıklarındaki tohumları getirdiler. Onları topladık, tasnif ettik. Ondan sonra sera oluşturduk. Tohumları çimlendirdik. Şu an 84 tür tohumumuz var, 21 bin fide ürettik. Bu tohumların kimyasal olmaksızın nasıl sağlıklı biçimde üretilebileceğini gösterdik" diye konuştu.

DÜNYA TOHUM TİCARETİ 10 ŞİRKETİN ELİNDE

Tohum piyasası inanılmaz bir tekel olduğuna değinen Başkan Soyer şunları söyledi:

"Dünya tohum ticaret piyasasının yüzde 57'sini sadece 10 şirket elinde tutuyor. Bu 10 şirket aynı zamanda, kimyasal üreticisidir. Büyük bölümü kanser ilacı üretmekte. Öylesine bir zincir kurulmuş ki, size tohumu veriyor, ondan sonra o tohum büyüsün diye kimyasal almak zorunda kalıyorsunuz. Kimyasal veriyorsunuz, bu kez kanser hastası oluyorsunuz. Yine gidip ondan kanser ilacı alıyorsunuz. Böylesine dramatik bir hegemonyada biz küçücük Seferihisar olarak, bu çemberi deldik. Şimdi büyük bir mutlulukla Can Baba'nın vasiyetini de yerine getirmiş olduğumuzu görüyoruz. Duyduk ki, burada bir tohum bankası kurulacakmış. Biz de Seferihisar olarak o tohum bankasının bir şubesini, "Can Yücel Tohum Bankası' olarak devam edeceğimizin müjdesini sizlere vermek istiyorum. "

MEZARDAKİ ŞARAP ŞİŞESİNE TEPKİ

Panelin ardından Can Yücel'in Datça'daki mezarı başında anma töreni düzenlendi. Aile fertlerinin mezarlığa gelmesi beklenirken kısa süreli bir gerginlik yaşandı. Kalabalığın içinde yer alan bazı kişilerin, Can Yücel'in mezarına şarap döküp boş şişelerini bırakmaları tepki topladı. Mezarın başında yer alan, 'Çiçek dışında hiç bir şey konulmaması rica olunur' yazısını hatırlatan vatandaşların uyarısı üzerine boş şişeler kaldırıldı. Aile fertlerinin gelmesinden sonra, usta şairin mezarı ziyaret edilerek anma etkinlikleri sonra erdi.

Tohum Gen Bankası

19.03.2010

Tohum Gen Bankası 2 Mart 2010’da açıldı. Birçok kişi rahat bir nefes aldı. Bizim için petrolden ve altından daha değerli olan tohumlarımızın artık koruma altına alındığını düşündü. Keşke biz de öyle düşünebilseydik. Ancak durum öyle değil. Dev tohum şirketleri şimdi bu tohumlarımıza daha rahat el koyabilecekler. Yöneticilerimizin niyetleri iyi olabilir, ancak dev şirketler için Anadolu’nun gen kaynakları yağmalanacak bir kaynaktır. Şüphesiz iyi yağmayabilmeleri için bunların yok olmasını da istemezler. Bu nedenle biyoçeşitlilik, dünya gen kaynakları gibi sözleri onlar da bol bol kullanırlar. Hatırlayalım, son iki-üç yıldır yaptıklarımız hep bu şirketlerin ekmeğine yağ sürüyor. Tohum kanununda yerel, köylü çeşitlerinin, köy populasyonlarının ticari olarak satışı engellendi. Ancak şirket çeşitleri satılabilir hale geldi. Köy çeşitlerimiz yasa dışı muamelesi görmekte. Arkasından Türkiye UPOV’a yani Uluslararası Yeni Bitki Çeşitlerini Koruma Birliği’ne üye oldu. UPOV sözleşmeleri çeşitleri korumaktan ziyade büyük bitki ıslahı ve biyoteknoloji firmalarının çıkarlarını korumaktadır. Böylece onların korsanlıklarını yasal olarak kabul etmemizin önü açıldı. UPOV’a göre ve Türkiye’nin kabul ettiği tohumculuk kanununa göre farklılık, birörneklilik ve durulmuşluk göstermeyen tohumluklar yani yerli çeşitler, köylü çeşitleri tohum kataloglarına girmemektedirler. Hâlbuki bir örnek olmayan, sürekli değişim gösteren yerel tohumlar için bu özellikler üstünlüktür. Ancak endüstri için bu özellikler kötüdür ve yerel çeşitlerin yeri sadece gen bankalarıdır. Burada çoğu zaman ölmeye bırakılırlar. Onlar için burası aslında morgdur. Bu tohumları kimse koruyamayacaktır. Bunlar biyokorsanlığa açıktır.

Kısacası bunların yağmalanması önlenemeyecektir. Ayrıca gen bankalarındaki çeşitler de yağmalanmaktadır. Küresel tohum firmalarının bunlardan yararlanarak bir çeşit geliştirdiğini kolayca ispatlanamayacak, ancak bunların geliştirilmek için yararlandıkları çeşitlerin ve tiplerin “temel olarak türev çeşitler” olduğu bu şirketler tarafından iddia edilebilecektir.

Son elli yılda FAO’ya göre dünyadaki tohum çeşitlerinin %75’i yok olmuştur. Büyük tohum şirketleri her ne kadar yerel tohumları dışlasalar da bunlardan ıslah amacıyla yararlanmak istemektedirler. Bu yüzden 1971 yılında Dünya Bankası ve FAO tarafından Rockefeller ve Ford Vakıflarının desteği ile kısa adı CGIAR (Consultative Group for International Agricultural Research) (Uluslar arası Tarım Araştırmaları Danışma Grubu) adlı bir kuruluş oluşturmuşlardır. CGIAR’ı destekleyen 58 kamu ve özel sektör kuruluşu ve çoğunluğu kuzey ülkelerinden 50 devlet vardır. CGIAR 16 uluslar arası tarımsal araştırma enstitüsünü desteklemektedir. Dünya Bankası, FAO ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) CGIAR’ı ortaklaşa finanse ederler. CIAR’ın başkanı Dünya Bankasının başkan yardımcısıdır. Türkiye’ye en yakın uluslar arası araştırma enstitüsü Halep’teki ICARDA’dır.

CGIAR’ın en önemli görevlerinden biri de bütün dünyadan genleri toplamak ve güya insanlık için saklamaktır. İsteyen kuruluşlar bunlardan örnekleri isteyebilmektedir. Toplanan genlerin %91’i Asya, Afrika ve Latin Amerika’dan sağlanmakla birlikte, bunların ancak %15’inden gelişmekte olan ülkeler yararlanmaktadır. Diğer yandan örneklerin %85’i kuzey ülkelerindeki araştırma enstitülerine veya doğrudan kuzey ülkelerine dağıtılır. ABD %25’i aşan oranda aldığı gen ile aslan payını almaktadır. Bu kaynaklar sonuç olarak büyük tohum şirketleri tarafından alınmakta ve kullanılmakta, daha sonra patentlenmektedir. (C. Fowler ve P. Money, The Threatened Gene: Food, Politics, and the Loss of Genetic Diversity, Cambridge: Lutterworth, 1990,s.189’dan aktaran Hungry Corporations. s.112)

CGIAR 300 ürüne ait 500 000 tohum vb. materyale sahiptir. Ancak bu kaynakların bir kısmının öldüğü de ileri sürülmektedir.

Türkiye’de bazı bürokratlar olayın esasını kavrayamamışlardır. Örneğin bir raporda Norveç’teki gen bankası Svalbord için şöyle yazılabilmiştir:

“Svalbord Yeraltı Tohum Bankasına Materyal Gönderilmesi: (başlangıç olarak az bir materyal gönderilebilir; hatta mümkünse Şubattaki açılıştan önce Menemen’den sembolik bir sayıda materyal gönderip ülkemizin ilklerden biri olmasının sağlanması prestij açısından önemli olabilir).”

Domates, biber, patlıcan gibi çokça tükettiğimiz ürünlerin Amerika kıtasından geldiğini biliyoruz. Eğer bu bitkilerin tohumları ülkemize gelmese idi, bu güzel ürünlerden mahrum kalacaktık. Tohumları için de kimseye bir bedel ödemedik. Anadolu başta buğday olmak üzere birçok ürünün geliştirildiği, tarım devrimine beşiklik etmiş bir coğrafyanın parçasıdır. On binlerce yıl dünya çiftçileri tohumlarını karşılıksız paylaştı. Bu nedenle “tohumlarımızın patentini alalım, parasını vermedikçe kimseye vermeyelim” demenin hiçbir anlamı yoktur. Bu mantık bizi de birçok üründen mahrum eder. Ancak şimdi bütün bu tohumlara şirketler el koymak istiyor. On bin yıl önce tarım devriminden başlayarak çiftçilerin geliştirdiği bütün bu tohumlara şimdilerde birkaç gen koyarak bunların patentini çıkarmaya çalışan yerli veya yabancı tohum şirketlerinin hırsızlığına biyo–korsanlık diyoruz. Hâlbuki “yaşam patentlenemez”. Bizim karşı olduğumuz; bütün dünya çiftçilerinin geliştirdiği bu tohumlara şirketlerin el koymasıdır.

Tohum şirketlerinin yerlisi, yabancısı çok fark etmez. Zaten yerli zannettiklerimizin de çoğu artık yabancı tohum şirketleri tarafından satın alındı. Bunların çoğunun amacı on bin yıldır çiftçilerin yarattığı biyoçeşitliliği yok edip, çiftçileri birkaç çeşide bağlayarak paraları cebe indirmek. Buğdayı örnek alalım. Çiftçilerin geliştirdiği kimi çeşit kılçıklı olduğu için domuzlar yiyemiyor, böylece korunuyor. Kimi çeşit ekmek yapmaya, kimisi bulgur yapmaya elverişli. Kimi köylerin çorak topraklarında yetişebilen özel buğday çeşitleri var. Bu biyoçeşitliliğe şirket tohumları nasıl rekabet edecek idi? “Yeşil devrim” denilen yıkımda, bunun çaresini çevreyi ve ürünleri kirleten tarım ilacı ile kimyasal gübrelerle uyuşan güya “modern” tohumlar ile buldular. Verim bazen daha yüksek oluyordu, ancak bu pahalı girdiler bir taraftan üreticiyi yoksullaştırırken, diğer taraftan ürünleri zehirli oluyor ve besin değerleri düşüyordu.

Tohum bankası temeli atılırken bir tarım bakanlığı yetkilisi ne söylemişti bakalım:

“Günümüz ıslah programları için önemli olan bitki genetik kaynakları bakımından, ülkemiz önemli bir potansiyel oluşturmakla beraber, ileriki nesillerin de bu kaynaklardan yararlanması için korunmaya alınmalıdır”

Gördüğünüz gibi amaç ıslah programlarına tohum sağlamak olarak açıklanmaktadır. Burada köylüye yer yoktur. Şirketlerin ıslah programları katılımcı değildir, çiftçiyi dışlar. Katılımcı ıslah; bilim insanları ve köylülerin en baştan itibaren tohum ıslahını beraber yaptıkları ve tohum üzerinde köylünün haklarının devam ettiği bir yaklaşımdır. Şüphesiz biyoçeşitlilikten yanadır. Bakanlığımız “katılımcı ıslahtan” habersizdir veya ilgilenmiyor. Diğer yandan, Türkiye Irak’ı işgal eden Amerikan kuvvetlerinin çıkarttığına çok benzer bir tohum yasasını çıkaran, yetmedi üstüne de büyük tohum şirketlerinin çıkarlarını garantileyen ve kısaltılmışı UPOV olan “Yeni Bitki Çeşitlerini Koruma Birliğine” girip anlaşma imzalayan bir ülkedir. Tohum yasamızda köylünün kendi tohumunu kullanmaması için ne gerekirse yapılmıştır. Köylünün kendi tohumunu satması ağır cezalarla karşılanan bir suçtur. Yeni yönetmeliklerle bu zulüm pekiştirilmeye çalışılmaktadır. Şimdi böyle bir ülke tohum bankası kurarsa bundan kim yararlanacaktır? Köylüler değil herhalde. Bu banka yabancı ve yerli tohum şirketlerinin milyar dolar koysa zorla yapacağı bir şeyi bakanlık eliyle gerçekleştirecektir. Kendi elimizle bu tohumları soyabilsinler diye toplayacağız, zaman zaman tarlalara ekip yenileyeceğiz ve onlar için bu masrafları yapacağız. Bedava bir derleme, araştırma ve geliştirme merkezi ve sistemi.


Dr. Melaku Worede Etiopyalı meşhur bir bitki genetikçisidir. Ülkesinde yürüttüğü, çiftçilerin ıslah çalışmalarında en öne konduğu (katılımcı ıslah) ve kendi tarlalarındaki biyoçeşitliliğin esas alındığı çalışmaları ile 1989’da Doğru Yaşam Ödülünü (alternatif Nobel ödülü) kazanmış idi. Seedling dergisinin 2009 Nisan sayısında (www.grain.org) kendisi ile yapılan konuşmayı bu konuyla ilgili herkesin okuması gerekli. Dr. Worede çiftçiyi ve tarlada, bahçede biyoçeşitliliği öne almayan bu gibi tohum bankalarının eninde sonunda büyük şirketlere hizmet etmekten başka bir şey yapamayacağını ortaya koymuştur.

Aslında biri Menemen’de biri de Ankara’da iki gen merkezimiz halen var. Bu kurulanın banka olduğu söyleniyor. İyi de, bu bankadan yararlanacaklar büyük ölçüde tohum şirketleri olacak. Tohumlarımızı saklamak –sonra da soydurmak- değil korumak ve yaşatmak gerekli. Koruma ve yaşatmaya kim karşı olabilir?

Binlerce köyümüzde köylünün yönetiminde, tohumların korunup, değişebileceği tohum bankaları kurulması çok yararlı olacaktır. Bunlar desteklense olmaz mı? Biyoçeşitliliğe en büyük tehdit oluşturan tohum yasasının da ülke, köylü ve tüketici çıkarları doğrultusunda değiştirilmesi zorunlu. Ancak bu koşullarda ve uluslar arası soyguna kapalı tohum gen bankaları yararlı bir işlev yapabilecekleridir.


Tohum bankasının bu şekilde kurulmasını uluslararası tohum şirketleri sahipleri ellerini ovuşturarak izliyorlardır sanırım.


Prof. Dr. Tayfun Özkaya